Akbank Sanat’ın düzenlemiş olduğu Felsefe Seminerleri’ne geçtiğimiz C-cuma, Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden lisans, Columbia University’den master ve doktora dereceleri alan Ferda Keskin konuk oldu. Söz konusu Foucault olunca ön sıralardan yerimi almış bulundum. Yaklaşık bir buçuk saat süren söyleşide Foucault’nun “öznellik, özneleşme ve özneleştirilme” kavramlarını, zaman içerisinde nasıl onun yorumlarının merkezi haline getirdiğini inceleyen Keskin, öznellik anlayışını bilgi ve iktidar pratikleriyle analiz ediyor.
Konuşmasına Foucault hakkında yanlış bilinenlerle başlıyor Keskin. Ve söyledikleri aslında bana göre de birçok insanın yanılgısını ortaya koyuyor;
Foucault için özne kavramını sonradan fark ettiği ve yine onu sonradan değerli kıldığına dair söylentiler mevcut. Hatta bunun sebebi olarak onun kapitalizmi güzel bulduğu gösteriliyor. Fakat bunlar doğru değil…
Keskin, konuşmasının devamında öznellik kavramı ve onun işleyiş süreçlerini ele alıyor;
Foucalut 60’lı yıllarda yazılarıyla karşı çıkılan biriydi, yanlış anlaşıldı ya da yanlış yorumlandı. Özne, aslında eser bütününe baktığımız zaman görebileceğimiz bir kavramdı. Fakat her şeyden önemlisi Foucault’nun üzerinde durduğu şey özneden önce “öznel deneyim” idi.
Keskin’in eklediği önemli bir ayrıntı daha var. Foucault’nun “öznel deneyim” diye ortaya koyduğu kavramın aslında net bir açıklaması mevcut değil. Bu noktada Keskin’e katılıyorum. Öznel deneyimden doğan özne kavramını tüm eserlerine yediren Foucault, yine bu kavramı bize tüm eserlerinin ulaştığı/anlatmak istediği bir sonuç olarak sunuyor. Ferda Keskin bizim için bu kavramı Foucault’nun bakış açısıyla açıklamaya çalışıyor;
Öznel deneyim kişinin kendi varlığı ile bilinç ilişkisi kurması; varlığını temsil etmesidir.
Öznel deneyimin öznesi olma’yı ele alan Foucault’nun üzerinde durduğu ya da keşfetmeye çalıştığı şey bu “süreç” oluyor. Çünkü özne kavramından önce öznel deneyimlerin bize tanımlamış olduğu kimlikler ve beraberinde ortaya çıkan sınırlar yer alıyor.
Cinselliğin Tarihi
Hepimizin bildiği gibi Foucault’nun uzun süreli çalışmalarından biri Cinselliğin Tarihi. İlk cildini 1976 yılında yayımlayan Fransız düşünür, bu çalışmasını tamamlayamadı.
Foucault öznel deneyimi bu noktada iktidar ilişkileriyle açıklıyor. Cinselliğin Tarihi’nde ele aldığı gibi söz konusu deneyim biçimlerinin oluşması, gelişmesi ve dönüşmesinin, yani “sorunsallaştırmanın tarihini ele alıyor. Cinselliğin tarihine geçmeden hemen önce, sorunsallaştırma dediğimiz kavramın açıklamasını yapalım:
Herhangi bir şeyi hakikat oyunu (jeux de verite) dediğimiz yanlış veya doğru oyununa sokan ve onu bir düşünce nesnesi olarak kuran, söylemsel ve söylemsel olmayan pratikler bütünü. Yani bir davranışı ‘sorun’ olarak ele alıp ona yeni önermeler kurulması.
Cinsellik ona göre evrensel değil; beden ve hazdan ibaret olan, varoluştan gelen bir şey. Bunu sorunsallaştırıp, nasıl gerçekleştirileceğine dair normatif sistemler ortaya koyan bu noktada, iktidar devreye giriyor. İnsan davranışlarına dair kural sistemlerinin kabul edilmesi ve insanların bunlarla ilişki kurmaları yani kavramsallaştırmaları…
Ferda Keskin’in Foucault’dan hareketle bu sözleri, bizim günlük yaşamımıza bir göz gezdirmemize neden oluyor. Artık hazlar ve rüyalar dahi kavramsallaştırma sürecine girmiş oluyor… Günlük hayatta da böyle değil miyiz? Çevremizde bulunan her kurum aslında davranışlarımızın kavramsallaşmasını sağlayan mekanizmalar…
Delilik değil: Akıl olmayan
“O dönemde hiç ayrım yapmadan yaşlılar, sakatlar, çalışamayan veya çalışmak istemeyen kimseler, eşcinseller, akıl hastaları, müsrif babalar, hayırsız evlatlar kapatılıyordu; hepsi birden aynı yere kapatılıyordu.” – Büyük Kapatılma
Foucault’nun ilk ve büyük önem taşıyan eseri Deliliğin Tarihi, bana göre herkesin okuması gereken bir yapıt. Fransız düşünürün deli ve akıllı ayrımı yapmaması, onun bu konuyu ne denli ince işlediğini gösteriyor. Akıl ve akıl olmayan olarak nitelendiriyor bu durumu.
Foucault Deliliğin Tarihi’nde de yine aynı kavram üzerinden analizler yapıyor. Ferda Keskin, konuşmasına bu yapıtla devam ediyor. Şöyle ki; ona göre akıl ve akıl olmayan arasında eskiden bir diyalog vardı. Fakat ortaya atılan söylemler, hakikat oyunları ve tanımlar yoluyla akıl olmayanın sorunsallaştırılarak ve “akıl hastalığı” olarak kurumsal bir alana dahil edilmesi, bu yapıyı bozdu. Bu anlamda sorunsallaştırılan şey “delilik”, kurulmuş olan deneyim ise “akıl hastalığı” olarak ortaya çıkıyor. Böylece diyalog yok oluyor ve monolog haline geliyor.
Akıl, akıl olmayan üzerinde hakimiyet kurmaya başlıyor. Foucault’ya göre tüm bunlardan sonra ortaya çıkan ıslahevleri ve hastaneler büyük bir hata oluyor…
Son olarak tüm bu ortaya atılan öznel deneyim süreçleri konusunda Fransız düşünür asla karamsar değil. Bilakis ölmeden önce kaleme aldığı son yazısında da:
“Kimlikler evrensel değil, tarihseldir, kurulmuşlardır. Bu yüzden onların yarattığı sınırlar zorunlu olarak görülmemelidir, aşılabilir.” yorumunu yapıyor.
Bu noktada Foucault’ya kulak kabartmamız gerektiğini düşünüyorum. Bahsettiğimiz iktidar-bilgi pratiklerince oluşan kimlikler ve sınırları kırmak imkansız değil. Dolayısıyla amacımız bu sınırlar üzerinde çalışmak ve kendimizi yaratıcı bir biçimde yeniden kurmamız gerektiği yönünde olmalı…
Foucault ile kalın…
Ayşe Saltıkalp
Bunları da sevebilirsiniz...
Devamı: Bahçe
Ruh Daraltma Seansı – Ben Çağırmadım
Şehir Tiyatroları sezonu kapattı ama yeni sezonda olur da bi' tiyatroya gidelim derseniz ya da entel görünmek amacıyla süslenip püslenip, …
Gevende Konserinden Notlar
Gevende ülkemizin en nev-i şahsına münhasır gruplarından biri. Herhalde “Gevende’nin tarzı nedir?” …
“RENT” Müzikali İzlenimleri
Hayatımda ilk kez, sahnede müzikal izledim. Üstelik bu müzikal, yıllar önce rol alma şansına sahip olduğum opera eseri La Boheme’den …