Ah o kafa yakan güzelim filmler. Her seferinde beni senaryo yazarlığına teşvik ediyor. Her bitişte yaşadığım şaşkınlık ve zevk beni daha çok izlemeye teşvik ediyor. Bu yüzdendir ki kendimi dönüp dolaşıp Christopher Nolan izlerken buluyorum. Following’i de bir Christopher Nolan takibi yaptığım gün keşfettim işte.
Following, Christopher Nolan abimizin ilk uzun metrajlı çalışmasıdır. Inception, The Prestige, Memento ve Interstellar gibi filmlerin de yönetmenliğini yapan Nolan, Following ile “Gün gelecek hepinizin beynini yakacam” sinyallerini vermeye başlamıştır. Film yine alışık olduğumuz Nolan tarzında belli bir zaman akışını takip etmeyen, tabiri caiz ise bir başından bir kıçından bize sürekli sahneler göstererek takip yeteneğimizi kıran tarzda. Bu yüzdendir ki her film sonunda olduğu gibi “Vay anasını o öyle mi oluyormuş… Ohaaa!” diye kalmamıza neden oluyor. “Ay ben takip edemem, sadece öyle yemek yerken izlemelik” diyorsanız sizi biraz üzebilir. Nitekim film siyah-beyaz çekildiği için de insanın sıkılma ihtimalini biraz arttırıyor. Ama Christopher Nolan’ın popüler çalışmalarını izlemiş, sevmiş hatta anlamışsanız kesinlikle keyif alacağınız bir film.
Filmin isminden de tahmin ettiğiniz üzere, konu takiple ilgili. Bill isimli genç ve işsiz ana karakterimiz kendini boşlukta hissediyor. Kendisi yazar, daha doğrusu, yazar olmak isteyen biri. Yapacağı elle tutulur bir şey olmadığı için hayatından sıkılan Bill, kendine minik bir hobi buluyor. İnsanları takip etmek. Başlarda kendine “Yazılarımda kullanacağım karakterle için bilgi topluyorum” şeklinde bahaneler sunsa da bu takip işi onun tutkusu haline geliyor. İnsanları korkutmamak ve durumun kötü bir hal almaması adına kendine belli kurallar da koyuyor. Mesela seçtiği kişilerin rasgele olması, kişiler gideceği yere vardıklarında takibin sonlanması, gece yarısı dar sokaklarda bir kadını takip etmemek ve aynı kişiyi iki kez takip etmemek. Tabi ki de bu takip bir takıntıya dönüştüğü zaman bu kurallar da elinde olmadan kırılmaya başlıyor.
Bir gün, yine rasgele seçerek takip ettiği kişi tarafından yakalandığı zaman, bütün bu zararsız görünen hayatı değişime uğruyor. Cobb ile tanışıyor. Cobb insan sarraflığı konusunda çok yetenekli biri. Sherlockvari gözlem yeteneği ile birçok şeyi bir bakışta tahmin edebiliyor. Üstelik Bill’den daha da sorunlu biri. Cobb insanların hayatlarına müdahale etmeyi, bu gücü kendinde görmeyi seven biri. Bill ve Cobb usta çırak gibi işlere çıkıyorlar ve Bill’in etik sınırları git gide genişlemek zorunda kalıyor.
Filmin anlatımı çok sade. Siyah-beyaz olması, anlatım tarzı ve müzikleri. Size ihtiyacınız olmayan hiç bir şey yüklemeden çok basit anlatılmış bir hikaye. Her sahnenin altına da bir müzik koyalım kaygısına girmemiş. Filmin büyük bir kısmında sadece arka plandaki gürültüleri duyuyorsunuz. Yalnızca gerekli sahnelerde, mesela gerilim yaşanan sahnelerde, arkada çalan basit bir müzik sizi o moda çok güzel sokuyor. Ki benim favori tema müziğim de gerilim sahnelerinde giren tik tok’layan müzik. Sahne geçişleri çok keskin. Diyaloglar çok net ve başarılı yazılmış. İki karakter konuşurken film için yazılmış değil de sanki o adamlar yan yana gelse yine bu cümleleri kurarlar gibi hissediyorsunuz. Filmin ufak detayları da anlatımı çok güzel destekliyor. Nolan Abimiz her zaman olduğu gibi bazı şeyleri gözümüze sokmak yerine izleyiciden anlamasını bekliyor. Dahice. Filmdeki karakterleri de adeta üzerimize fırlatıyor. Henüz kim olduğunu ve nerden geldiğini bilmeden kişileri tanımış oluyoruz. Bahsetmiştim, filmin kronolojik denebilecek bir olay örgüsü yok. Oyuncu kadrosu bir çoğumuzun (buna ben de dahilim) tanıdığı kişilerden oluşmuyor. Bunu kötü bir şeymiş gibi düşünebilirsiniz ama bence filme ve karakterlere odaklanmamıza yardımcı oluyor.
Yazıya girişmeden önce hatırlamak adına filmi tekrar izledim ve filmin sonunda tekrar çıldırmayı başarabildim. Ne olacağını bilmeme rağmen… Tekrardan… O kadar güzel bağlanıyor ki her şey birbirine ve o kadar güzel yükseliyor ki film flash backler ve müzikle beraber. Bittiğinde oturduğunuz koltuğu tırmalayarak “çok güzeeeel” diye bağırmak geliyor içinizden.
Son olarak filmimiz bir saat civarı. Yani üşenmeyin oturun izleyin. Ama tabii ki filmden gaza gelip, çıkıp sokaktaki insanları takip etmeye başlamıyoruz tamam mı? Bırakın o filmde kalsın. Siz Pokemon izleyip camdan atlıyor musunuz? Hiç… Kendinize çok güzel bakıyorsunuz. Öpüyorsunuz.
Bunları da sevebilirsiniz...
Devamı: Anıl Gündüz - Bak Buraya Yazıyorum
Sadece Fragmanlarını İzlesek Yeter…
Bu hafta biraz farklı bir konsept uygulamak istedim. Hem okuması kolay olsun, hem biraz kötü eleştiri de yapayım istedim. Her …
“Blue” Filmi
Türkiye’de “Amerikalı gibi çalan” iki müzisyenin hayatı. Blue. Blue filmi 21 Nisan’da gösterime girdi ve hala vizyonda. Yani yetişmek isteyenlerin hala …
Miyazaki ve Howl’s Moving Castle
Bu hafta biraz heyecanlıyım. Çünkü uzun süreli bir anime takipçisi olarak Miyazaki ve eserleri benim için çok kıymetlidir. Bugün Howl’s …